11 Mart 2015 Çarşamba

Dede,babaanne ve torun üçlüsü

                                         DEDE, BABAANNE VE TORUN ÜÇLÜSÜ

       Üzerinde Selanik örgüsü yeleği, yaklaşık 15 yıldır kollarına yapışık gezdirdiği burma bilezikleri, bir gülen surat bir asık surat ifadesi ve dedemle yaklaşık 60 yılını iyi kötü beraber geçiren babaannem. Diğer taraftan ise, sert mizaçlı, biraz ağır işiten, bağırarak konuşan, huysuz diyebileceğimiz ve babaanneme kök söktüren dedem var karşımda.
        İlkokul çağlarımda en uğrak misafirleri bendim, babaanne kapıyı aç ben geldim diyerek kapıya hıncımı alacak şekilde vururdum. Oysa bu kadar hınçla vuracak ne varsa alt tarafı bir üst katımızda oturuyorlardı. Tez canlı babaannem benim geleceğimi önceden hissetmiş gibi hemen de kapıyı açardı. Biraz meraklıdır da kendileri, kim gelse bize sese kulak verir, balkondan gelene gidene bakar dururdu. Dedem de hiç sevmezdi ya bu huyunu ne yapsın oda böyle. Yaşlılar böyle işte… genede ben onlarla vakit geçirmekten gayet hoşnuttum. Her torun gibi seviliyordum, sevilirim de tabi en küçük torunları bendim yaş olarak nazımı çekerlerdi. Özellikle yazları hafta sonu beni yanlarına alırlardı beraber kaçamak yapardık. Silivri taraflarında git git bitmek bilmeyen bir yandan da paylaşılamayan yazlık vardı beraber oraya giderdik. Arabayla giderken sokağı, insanları, doğayı, rüzgârın ağaçları nasıl dalgalandırdığını ve çiçeklerin sallanışını seyrederek giderdim. Çocukluğumdan beridir severim vesselam bu huyumu. İstanbul’un güzelliğine bakmaya da doyamazdım bir yandan. O zamanlar avcılar istikametinden yazlığa giderdik. Yaklaşık 45 dakikamızı alırdı yol. Babaannem ve dedemin soruları eşliğinde ve kendi aralarında konuşmalarına kulak kabartarak yazlığa varırdık. Bekçi bahçeden topladığı erzaklarla bize hoş geldine gelirdi. Bahçeden mis kokulu meyve ve sebzelerden yemekler hazırlamaya koyulurduk. Dedem salata ve et konusunda uzmanım diye övünmekten kendini alamazdı. Bırak kızım salatayı ben yaparım der fırsat bile vermezdi yapmama. Hele ete aşıktı dedem etsiz yemek yemezdi. Yazlıkta da sürekli ızgara yerdik. Ağzının tadını da biliyor yani. Açık havada da o kadar güzel sarardı ki tadı damağımda kalırdı.
        E tabi etin üzerine de semaverde çay bir başka keyif verirdi bize. Çayı da severdim demli olacak ki tadı olsun. Yazlığın terasında ayaklarımızı da uzatarak çayımızı yudumlarken çevredeki akrabalarda çok lazımmış gibi hemen ararlardı dedemi. “ hacım yazlıktaysan çayını içmeye gelelim. İki de muhabbetin belini kırarız” diyerek bir bakardık ki 10 dakika sonra korna sesi hemen kapımızda bitmişler. İyi güzel de her seferinde gelmelerini de istemezdim, içimden bir hafta da gelmeyin yahu derdim. Gelen amca da yaklaşık 60-70 yaşları arasında vardı. O kadar çok konuşurdu ki ay bir anca önce gitse de kulaklarım beynim oksijen alsa derdim. Sürekli köyden ve eskilerden illa bir konu açacak ömrü uzun amca. Gülüp gülüp vakti geçirirlerdi. Bende bir yandan çay servisi yapardım küçüğüm ama becerikliydim bu işlerde biz Bayburtlular çay içmekten duramadığımız için alışkındım. Bir iki saat sonrası amca sohbetini bitirip gittikten sonra babaanneme etrafı toplamakta yardım ettikten sonra o yıllarda çok meşhur dizi olan rosalinda dizisini izlerdim içeriye geçip. Hafta sonu tekrarlarını verirlerdi o zamanlar modaydı izlemeyen yoktu o diziyi. Resmen her bölümünü ezbere bilirdim. Neyse ki bizim yaşlılar erken saatte uyurdu. Böylece istediğim gibi takılırdım bende. Tabi o zamanlar cep telefonu, internet nerede o yaşta kameralı telefonlar daha yeni çıkmıştı. Facebook, twitter gibi sosyal medya da daha ortalıkta yoktu. İlk telefonumu bile 13 yaşımdayken almışlardı. Doğum günü hediyemdi. Çok severek kullandım bir yandan da havasını atmaktan tan geçemezdim okulda arkadaşlarıma.
        Hey gidi günler, hey gidi ben. Şimdi düşünüyorum da küçükken neler yapmışım ya diyorum…
Ertesi sabah Pazar günü güneşin gözümü almasıyla anca uyanıverdim. Akşama doğru eve dönecektik. Eve nedense gitmek istemezdim. Rahat geliyordu bana burası. Dedem ve babaannem kafama göre insanlar olduğu için. Biraz da olsa etrafı dolaşırdım. Meyve ağaçlarına bakardım olan meyvelerden aç gözlüler gibi tişörtüme 10-15 tane elma, armut şeftali toplardım dalından kopartıp. En çok ta elma yemeyi severdim ağaçtan kopartıp şapur şupur elmayı ısırarak yememi görseniz iştahız açılır o derece. Kalan meyveleri de bir poşete koyup, gitmeye yakın sebze ve meyvelerden toplayıp evimize götürmek üzere arabanın bagajına yerleştirirdik. Son olarak ta, evi, elektriği, gazı kontrol edip bir şey unuttuk mu diye güzelce kontrol edip dedemin mercedesine binip son gaz avcılara esas mekânımıza doğru yol alırdık.

                                                                                                              SAREADIGÜZEL
                                                                                                            
                         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder