DEDE, BABAANNE VE TORUN ÜÇLÜSÜ
Üzerinde Selanik örgüsü yeleği, yaklaşık 15
yıldır kollarına yapışık gezdirdiği burma bilezikleri, bir gülen surat bir asık
surat ifadesi ve dedemle yaklaşık 60 yılını iyi kötü beraber geçiren babaannem.
Diğer taraftan ise, sert mizaçlı, biraz ağır işiten, bağırarak konuşan, huysuz
diyebileceğimiz ve babaanneme kök söktüren dedem var karşımda.
İlkokul çağlarımda en uğrak misafirleri
bendim, babaanne kapıyı aç ben geldim diyerek kapıya hıncımı alacak şekilde
vururdum. Oysa bu kadar hınçla vuracak ne varsa alt tarafı bir üst katımızda
oturuyorlardı. Tez canlı babaannem benim geleceğimi önceden hissetmiş gibi
hemen de kapıyı açardı. Biraz meraklıdır da kendileri, kim gelse bize sese
kulak verir, balkondan gelene gidene bakar dururdu. Dedem de hiç sevmezdi ya bu
huyunu ne yapsın oda böyle. Yaşlılar böyle işte… genede ben onlarla vakit
geçirmekten gayet hoşnuttum. Her torun gibi seviliyordum, sevilirim de tabi en
küçük torunları bendim yaş olarak nazımı çekerlerdi. Özellikle yazları hafta
sonu beni yanlarına alırlardı beraber kaçamak yapardık. Silivri taraflarında
git git bitmek bilmeyen bir yandan da paylaşılamayan yazlık vardı beraber oraya
giderdik. Arabayla giderken sokağı, insanları, doğayı, rüzgârın ağaçları nasıl
dalgalandırdığını ve çiçeklerin sallanışını seyrederek giderdim. Çocukluğumdan beridir
severim vesselam bu huyumu. İstanbul’un güzelliğine bakmaya da doyamazdım bir
yandan. O zamanlar avcılar istikametinden yazlığa giderdik. Yaklaşık 45
dakikamızı alırdı yol. Babaannem ve dedemin soruları eşliğinde ve kendi
aralarında konuşmalarına kulak kabartarak yazlığa varırdık. Bekçi bahçeden
topladığı erzaklarla bize hoş geldine gelirdi. Bahçeden mis kokulu meyve ve
sebzelerden yemekler hazırlamaya koyulurduk. Dedem salata ve et konusunda
uzmanım diye övünmekten kendini alamazdı. Bırak kızım salatayı ben yaparım der
fırsat bile vermezdi yapmama. Hele ete aşıktı dedem etsiz yemek yemezdi. Yazlıkta
da sürekli ızgara yerdik. Ağzının tadını da biliyor yani. Açık havada da o
kadar güzel sarardı ki tadı damağımda kalırdı.
E
tabi etin üzerine de semaverde çay bir başka keyif verirdi bize. Çayı da
severdim demli olacak ki tadı olsun. Yazlığın terasında ayaklarımızı da
uzatarak çayımızı yudumlarken çevredeki akrabalarda çok lazımmış gibi hemen
ararlardı dedemi. “ hacım yazlıktaysan çayını içmeye gelelim. İki de muhabbetin
belini kırarız” diyerek bir bakardık ki 10 dakika sonra korna sesi hemen
kapımızda bitmişler. İyi güzel de her seferinde gelmelerini de istemezdim,
içimden bir hafta da gelmeyin yahu derdim. Gelen amca da yaklaşık 60-70 yaşları
arasında vardı. O kadar çok konuşurdu ki ay bir anca önce gitse de kulaklarım
beynim oksijen alsa derdim. Sürekli köyden ve eskilerden illa bir konu açacak
ömrü uzun amca. Gülüp gülüp vakti geçirirlerdi. Bende bir yandan çay servisi
yapardım küçüğüm ama becerikliydim bu işlerde biz Bayburtlular çay içmekten
duramadığımız için alışkındım. Bir iki saat sonrası amca sohbetini bitirip
gittikten sonra babaanneme etrafı toplamakta yardım ettikten sonra o yıllarda
çok meşhur dizi olan rosalinda dizisini izlerdim içeriye geçip. Hafta sonu
tekrarlarını verirlerdi o zamanlar modaydı izlemeyen yoktu o diziyi. Resmen her
bölümünü ezbere bilirdim. Neyse ki bizim yaşlılar erken saatte uyurdu. Böylece istediğim
gibi takılırdım bende. Tabi o zamanlar cep telefonu, internet nerede o yaşta
kameralı telefonlar daha yeni çıkmıştı. Facebook, twitter gibi sosyal medya da
daha ortalıkta yoktu. İlk telefonumu bile 13 yaşımdayken almışlardı. Doğum günü
hediyemdi. Çok severek kullandım bir yandan da havasını atmaktan tan geçemezdim
okulda arkadaşlarıma.
Hey gidi günler, hey gidi ben. Şimdi düşünüyorum
da küçükken neler yapmışım ya diyorum…
Ertesi sabah Pazar günü
güneşin gözümü almasıyla anca uyanıverdim. Akşama doğru eve dönecektik. Eve nedense
gitmek istemezdim. Rahat geliyordu bana burası. Dedem ve babaannem kafama göre
insanlar olduğu için. Biraz da olsa etrafı dolaşırdım. Meyve ağaçlarına
bakardım olan meyvelerden aç gözlüler gibi tişörtüme 10-15 tane elma, armut
şeftali toplardım dalından kopartıp. En çok ta elma yemeyi severdim ağaçtan
kopartıp şapur şupur elmayı ısırarak yememi görseniz iştahız açılır o derece. Kalan
meyveleri de bir poşete koyup, gitmeye yakın sebze ve meyvelerden toplayıp
evimize götürmek üzere arabanın bagajına yerleştirirdik. Son olarak ta, evi,
elektriği, gazı kontrol edip bir şey unuttuk mu diye güzelce kontrol edip
dedemin mercedesine binip son gaz avcılara esas mekânımıza doğru yol alırdık.
SAREADIGÜZEL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder