Bir ceset bir söz / GÜLCE BAŞER
Okumuş olduğum romanın beğendiğim tarafları hem de beğenmediğim tarafları bulunmaktadır. Öncelikle polisiye bir roman olduğu için gayet akıcı ve sürükleyiciydi. Okudukça acaba burada ne olacak diye merak ta uyandırdı bende. Roman 6 bölümden oluşmaktadır. Herbirinde farklı yerler farklı olaylar anlatılmaktadır. Romanda geçmişte yapılan olaylara atıfta bulunulmuş o zaman ki yaşamın ne kadar zor olduğundan insanlara yapılan zülumlardan dayatmalardan insanların haksız suçsuz yere hapis yatmasından bahsedilmiştir. Roman geçmişten başlayarak krolonojik ilerlemiştir. Birçok karakter vardır romanda. Her biri farklı toplumdan gelmiştir. Alevi, sünni,gay, lezbiyen, cemaat, laik kesim ağır basar romanda. Muhafazakar karakter etrafında dönüyor roman. Açık bir dille yazılması beğendiğim tarafıdır romanın.
Romanın eleştirel tarafları da vardır. Karakterler daha samimi olabilirdi. Öncelikle; bir adamın evli olması ve bu şekilde başka bir kadınla ilişki yaşaması ona aşık olması bence hoş bir durum değil. Mehtap'ın başka bir kadını kabül edebilmesi, Nihal'in sevdiği adam için başını örtmesi ve o öldükten sonra da tekrar başını açması. bence kitapta tek bir tarz yaşamdan bahsedilse daha iyi olabilirdi. mesela laik kesimden gelme ise o şekil anlatılsaydı yada muhafazakar kesim varsa sadece o anlatılsaydı. toplumun her kesiminden insanlar olması biraz karışık yapmış romanı.Nihal'in kocasının bulduğu işte çalışması erkek egemenliği onun dediğinin olması.Dergah'ın Nihal i metres gibi görmesi mehtap tan taraf olması. nihal inancı gereği değilde kocası için kapanıyor kocasının dayatması var burda. inaç özgürlüğü olmalı herkesin. kocası öldüğünde nihal in çok tepki vermemesi sadece üzgün görünmesi ağlamıyor bile doğru düzgün. Romanın bence sonu böyle bitmemeliydi Ahmet in yetiştirdiği dursun un onu öldürmesi aklımın bile gelmedi okurken. sonuçta oda istihbarattandı. Nihal in kaçması kaçtığı yerin gay bar olması saçma geldi bana. Romanın sonu nihal in Ahmet'ten sonra başka bir ilişkisi olması şeklinde bitirilebilirdi.
18 Mayıs 2015 Pazartesi
16 Nisan 2015 Perşembe
Ağlatan bordo elbise
AĞLATAN BORDO ELBİSE
Selime belirmeğe başlayan
pencerenin önünde gökyüzünü seyre dalmış bir şekilde oturuyordu. Bütün gününü
neredeyse bu şekilde burada geçiriyordu. Beklide eskileri canlandırıyordu
gözünde eski yılları hiç yaşanmamasını istediği o yıllar… 20 yıldır yalnız
yaşıyordu. Arada bir komşusu Ayten uğrardı onunla sohbet etmek için. Biraz olsun
yalnızlığını onunla gideriyordu.
Selime kendisine kahve
yapmak için mutfağa giderken bir anda telefon sesi geldi. Kesin Ayten’dir
halimi sormak için arıyordur dedi içinden. Evet, arayan oydu da kızı için çeyiz
nişan alışverişine gitmişlerdi o gün. Dönerken biraz sana uğrayacağım demişti. Selime’de
“gel tabi komşum” diyerekten telefonu kapattı. Ardından yaklaşık otuz dakika
sonra zil çaldı ve selime komşusunu güler yüzle karşıladı. Ayten ise “ ay
komşum ne zor iş bu nişan alışverişi” demekten yakındı. “ bu devirde böyle
işler ne zor her şey pahalı bizim dönemimizde bu kadar güzel şeyler bile yoktu
bir yandan da gençler daha şanslı” dedi. Selime de evet komşum haklısın dedi. Selime
bir anda 20 yıl öncesini anımsadı o güzel ama olamayan kendi nişanını. Çok sevdiği
sevgilisi trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Nişan elbisesini bile hiç
giyememişti Selime. Sevgilisiyle beraber beğendikleri aldıkları o bordo
işlemeli elbiseyi giyemedi ama dolabında hala saklıyordu. Bakmaya bile
kıyamıyordu. Ayten bir türlü kızının istediği gibi bir elbise bulamadıklarından
bahsetti. Kızı Rüya işlemeli, kabarık çok farklı bir model olsun istiyordu. Her
genç kız gibi farklı ve akılda kalıcı bir nişan olsun herkes giydiği elbiseyi
günlerce konuşsun istiyordu. O sırada da Selime aklından kendi eski nişan
elbisesini geçirdi. “Komşum benim aklıma bir şey geldi ama kızın ister mi
bilemedim” dedi. Hayırdır dedi Ayten? Selime içeri giderek dolabından o çok
güzel işlemeli ve kabarık elbisesini getirdi ve gösterdi Ayten’e. Bak dedi. Bu benim
hiç giyemediğim nişan elbisemdi. Bunu kızına vermek istiyorum artık dolabımda
saklamak ta istemiyorum. Ben o mutluluğu yaşayamadım kızın Rüya yaşasın çok
mutlu olsun istiyorum umarım kabul eder bu elbiseyi. Ayten o an ne diyeceğini
şaşırarak bir yandan da gözleri dolmuş bir şekilde ama onu alamam dedi o sana
ait senin hatıraların var üzerinde. Selime ise “lütfen al ve kızına ver kırma
beni dedi. Ayten sevinçli bir halde kızını arayarak sana bir şey getiriyorum
çok şaşıracaksın dedi ve hemen oradan ayrılarak eve gitti kızına göstermek
için. Kızı Rüya elbiseyi görünce çok beğendi bu çok güzel anne tam istediğim
gibi dedi nerden buldun bunu kim verdi dedi annesine. Selime teyzen bunu senin
giymeni çok istedi dedi ve kabul ederse de çok mutlu olacağını söyledi. Kızı ise
tabii ki memnuniyetle giymekten çok mutlu olurum dedi ve hemen Selime teyzesini
arayarak teşekkürlerini sundu ve haftaya olacak nişanı için de davet etti. Gelirseniz
çok mutlu olurum bu güzel elbiseyi üzerimde görmenizi de isterim diyerekten mutlu
bir şekilde telefonu kapattı Rüya.
Bir hafta sonra Rüya’nın
nişan günü geldi çattı. Çok uzak değildi nişan yeri. Selime incili kolyesi ve
ufak topuklu ayakkabılarıyla hazırdı nişan için ve hemen yola çıktı. Taksiyle on
dakikada nişan yerine vardı. Bir yandan da heyecanlıydı. Acaba o bordo elbiseyi
üzerinde görünce ne hissedecekti. İçeride komşusu Ayten onu karşıladı. “ hoş
geldin sefa geldin komşum” diyerek. Masaya kadar eşlik etti Selime’ye. Etkileyici
bir müzikle müstakbel gelin ve damat adayı göründü. Selime Rüya’nın üzerinde
bordo elbiseyi görünce çok duygulandı ve gözyaşları sel oldu aktı o anda…
SARE ADIGÜZEL
11 Mart 2015 Çarşamba
Dede,babaanne ve torun üçlüsü
DEDE, BABAANNE VE TORUN ÜÇLÜSÜ
Üzerinde Selanik örgüsü yeleği, yaklaşık 15
yıldır kollarına yapışık gezdirdiği burma bilezikleri, bir gülen surat bir asık
surat ifadesi ve dedemle yaklaşık 60 yılını iyi kötü beraber geçiren babaannem.
Diğer taraftan ise, sert mizaçlı, biraz ağır işiten, bağırarak konuşan, huysuz
diyebileceğimiz ve babaanneme kök söktüren dedem var karşımda.
İlkokul çağlarımda en uğrak misafirleri
bendim, babaanne kapıyı aç ben geldim diyerek kapıya hıncımı alacak şekilde
vururdum. Oysa bu kadar hınçla vuracak ne varsa alt tarafı bir üst katımızda
oturuyorlardı. Tez canlı babaannem benim geleceğimi önceden hissetmiş gibi
hemen de kapıyı açardı. Biraz meraklıdır da kendileri, kim gelse bize sese
kulak verir, balkondan gelene gidene bakar dururdu. Dedem de hiç sevmezdi ya bu
huyunu ne yapsın oda böyle. Yaşlılar böyle işte… genede ben onlarla vakit
geçirmekten gayet hoşnuttum. Her torun gibi seviliyordum, sevilirim de tabi en
küçük torunları bendim yaş olarak nazımı çekerlerdi. Özellikle yazları hafta
sonu beni yanlarına alırlardı beraber kaçamak yapardık. Silivri taraflarında
git git bitmek bilmeyen bir yandan da paylaşılamayan yazlık vardı beraber oraya
giderdik. Arabayla giderken sokağı, insanları, doğayı, rüzgârın ağaçları nasıl
dalgalandırdığını ve çiçeklerin sallanışını seyrederek giderdim. Çocukluğumdan beridir
severim vesselam bu huyumu. İstanbul’un güzelliğine bakmaya da doyamazdım bir
yandan. O zamanlar avcılar istikametinden yazlığa giderdik. Yaklaşık 45
dakikamızı alırdı yol. Babaannem ve dedemin soruları eşliğinde ve kendi
aralarında konuşmalarına kulak kabartarak yazlığa varırdık. Bekçi bahçeden
topladığı erzaklarla bize hoş geldine gelirdi. Bahçeden mis kokulu meyve ve
sebzelerden yemekler hazırlamaya koyulurduk. Dedem salata ve et konusunda
uzmanım diye övünmekten kendini alamazdı. Bırak kızım salatayı ben yaparım der
fırsat bile vermezdi yapmama. Hele ete aşıktı dedem etsiz yemek yemezdi. Yazlıkta
da sürekli ızgara yerdik. Ağzının tadını da biliyor yani. Açık havada da o
kadar güzel sarardı ki tadı damağımda kalırdı.
E
tabi etin üzerine de semaverde çay bir başka keyif verirdi bize. Çayı da
severdim demli olacak ki tadı olsun. Yazlığın terasında ayaklarımızı da
uzatarak çayımızı yudumlarken çevredeki akrabalarda çok lazımmış gibi hemen
ararlardı dedemi. “ hacım yazlıktaysan çayını içmeye gelelim. İki de muhabbetin
belini kırarız” diyerek bir bakardık ki 10 dakika sonra korna sesi hemen
kapımızda bitmişler. İyi güzel de her seferinde gelmelerini de istemezdim,
içimden bir hafta da gelmeyin yahu derdim. Gelen amca da yaklaşık 60-70 yaşları
arasında vardı. O kadar çok konuşurdu ki ay bir anca önce gitse de kulaklarım
beynim oksijen alsa derdim. Sürekli köyden ve eskilerden illa bir konu açacak
ömrü uzun amca. Gülüp gülüp vakti geçirirlerdi. Bende bir yandan çay servisi
yapardım küçüğüm ama becerikliydim bu işlerde biz Bayburtlular çay içmekten
duramadığımız için alışkındım. Bir iki saat sonrası amca sohbetini bitirip
gittikten sonra babaanneme etrafı toplamakta yardım ettikten sonra o yıllarda
çok meşhur dizi olan rosalinda dizisini izlerdim içeriye geçip. Hafta sonu
tekrarlarını verirlerdi o zamanlar modaydı izlemeyen yoktu o diziyi. Resmen her
bölümünü ezbere bilirdim. Neyse ki bizim yaşlılar erken saatte uyurdu. Böylece istediğim
gibi takılırdım bende. Tabi o zamanlar cep telefonu, internet nerede o yaşta
kameralı telefonlar daha yeni çıkmıştı. Facebook, twitter gibi sosyal medya da
daha ortalıkta yoktu. İlk telefonumu bile 13 yaşımdayken almışlardı. Doğum günü
hediyemdi. Çok severek kullandım bir yandan da havasını atmaktan tan geçemezdim
okulda arkadaşlarıma.
Hey gidi günler, hey gidi ben. Şimdi düşünüyorum
da küçükken neler yapmışım ya diyorum…
Ertesi sabah Pazar günü
güneşin gözümü almasıyla anca uyanıverdim. Akşama doğru eve dönecektik. Eve nedense
gitmek istemezdim. Rahat geliyordu bana burası. Dedem ve babaannem kafama göre
insanlar olduğu için. Biraz da olsa etrafı dolaşırdım. Meyve ağaçlarına
bakardım olan meyvelerden aç gözlüler gibi tişörtüme 10-15 tane elma, armut
şeftali toplardım dalından kopartıp. En çok ta elma yemeyi severdim ağaçtan
kopartıp şapur şupur elmayı ısırarak yememi görseniz iştahız açılır o derece. Kalan
meyveleri de bir poşete koyup, gitmeye yakın sebze ve meyvelerden toplayıp
evimize götürmek üzere arabanın bagajına yerleştirirdik. Son olarak ta, evi,
elektriği, gazı kontrol edip bir şey unuttuk mu diye güzelce kontrol edip
dedemin mercedesine binip son gaz avcılara esas mekânımıza doğru yol alırdık.
SAREADIGÜZEL
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)