18 Mayıs 2015 Pazartesi

Bir ceset bir söz / GÜLCE BAŞER

      Okumuş olduğum romanın beğendiğim tarafları hem de beğenmediğim tarafları bulunmaktadır. Öncelikle polisiye bir roman olduğu için gayet akıcı ve sürükleyiciydi. Okudukça acaba burada ne olacak diye merak ta uyandırdı bende. Roman 6 bölümden oluşmaktadır. Herbirinde farklı yerler farklı olaylar anlatılmaktadır. Romanda geçmişte yapılan olaylara atıfta bulunulmuş o zaman ki yaşamın ne kadar zor olduğundan insanlara yapılan zülumlardan dayatmalardan insanların haksız suçsuz yere hapis yatmasından bahsedilmiştir. Roman geçmişten başlayarak krolonojik ilerlemiştir. Birçok karakter vardır romanda. Her biri farklı toplumdan gelmiştir. Alevi, sünni,gay, lezbiyen, cemaat, laik kesim ağır basar romanda. Muhafazakar karakter etrafında dönüyor roman. Açık bir dille yazılması beğendiğim tarafıdır romanın.

     Romanın eleştirel tarafları da vardır. Karakterler daha samimi olabilirdi. Öncelikle; bir adamın evli olması ve bu şekilde başka bir kadınla ilişki yaşaması ona aşık olması bence hoş bir durum değil. Mehtap'ın başka bir kadını kabül edebilmesi, Nihal'in sevdiği adam için başını örtmesi ve o öldükten sonra da tekrar başını açması. bence kitapta tek bir tarz yaşamdan bahsedilse daha iyi olabilirdi. mesela laik kesimden gelme ise o şekil anlatılsaydı yada muhafazakar kesim varsa sadece o anlatılsaydı. toplumun her kesiminden insanlar olması biraz karışık yapmış romanı.Nihal'in kocasının bulduğu işte çalışması erkek egemenliği onun dediğinin olması.Dergah'ın Nihal i metres gibi görmesi mehtap tan taraf olması. nihal inancı gereği değilde kocası için kapanıyor kocasının dayatması var burda. inaç özgürlüğü olmalı herkesin. kocası öldüğünde nihal in çok tepki vermemesi sadece üzgün görünmesi ağlamıyor bile doğru düzgün. Romanın bence sonu böyle bitmemeliydi Ahmet in yetiştirdiği dursun un onu öldürmesi aklımın bile gelmedi okurken. sonuçta oda istihbarattandı. Nihal in kaçması kaçtığı yerin gay bar olması saçma geldi bana. Romanın sonu nihal in Ahmet'ten sonra başka bir ilişkisi olması şeklinde bitirilebilirdi.

16 Nisan 2015 Perşembe

Ağlatan bordo elbise

                        AĞLATAN BORDO ELBİSE
      Selime belirmeğe başlayan pencerenin önünde gökyüzünü seyre dalmış bir şekilde oturuyordu. Bütün gününü neredeyse bu şekilde burada geçiriyordu. Beklide eskileri canlandırıyordu gözünde eski yılları hiç yaşanmamasını istediği o yıllar… 20 yıldır yalnız yaşıyordu. Arada bir komşusu Ayten uğrardı onunla sohbet etmek için. Biraz olsun yalnızlığını onunla gideriyordu.
       Selime kendisine kahve yapmak için mutfağa giderken bir anda telefon sesi geldi. Kesin Ayten’dir halimi sormak için arıyordur dedi içinden. Evet, arayan oydu da kızı için çeyiz nişan alışverişine gitmişlerdi o gün. Dönerken biraz sana uğrayacağım demişti. Selime’de “gel tabi komşum” diyerekten telefonu kapattı. Ardından yaklaşık otuz dakika sonra zil çaldı ve selime komşusunu güler yüzle karşıladı. Ayten ise “ ay komşum ne zor iş bu nişan alışverişi” demekten yakındı. “ bu devirde böyle işler ne zor her şey pahalı bizim dönemimizde bu kadar güzel şeyler bile yoktu bir yandan da gençler daha şanslı” dedi. Selime de evet komşum haklısın dedi. Selime bir anda 20 yıl öncesini anımsadı o güzel ama olamayan kendi nişanını. Çok sevdiği sevgilisi trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Nişan elbisesini bile hiç giyememişti Selime. Sevgilisiyle beraber beğendikleri aldıkları o bordo işlemeli elbiseyi giyemedi ama dolabında hala saklıyordu. Bakmaya bile kıyamıyordu. Ayten bir türlü kızının istediği gibi bir elbise bulamadıklarından bahsetti. Kızı Rüya işlemeli, kabarık çok farklı bir model olsun istiyordu. Her genç kız gibi farklı ve akılda kalıcı bir nişan olsun herkes giydiği elbiseyi günlerce konuşsun istiyordu. O sırada da Selime aklından kendi eski nişan elbisesini geçirdi. “Komşum benim aklıma bir şey geldi ama kızın ister mi bilemedim” dedi. Hayırdır dedi Ayten? Selime içeri giderek dolabından o çok güzel işlemeli ve kabarık elbisesini getirdi ve gösterdi Ayten’e. Bak dedi. Bu benim hiç giyemediğim nişan elbisemdi. Bunu kızına vermek istiyorum artık dolabımda saklamak ta istemiyorum. Ben o mutluluğu yaşayamadım kızın Rüya yaşasın çok mutlu olsun istiyorum umarım kabul eder bu elbiseyi. Ayten o an ne diyeceğini şaşırarak bir yandan da gözleri dolmuş bir şekilde ama onu alamam dedi o sana ait senin hatıraların var üzerinde. Selime ise “lütfen al ve kızına ver kırma beni dedi. Ayten sevinçli bir halde kızını arayarak sana bir şey getiriyorum çok şaşıracaksın dedi ve hemen oradan ayrılarak eve gitti kızına göstermek için. Kızı Rüya elbiseyi görünce çok beğendi bu çok güzel anne tam istediğim gibi dedi nerden buldun bunu kim verdi dedi annesine. Selime teyzen bunu senin giymeni çok istedi dedi ve kabul ederse de çok mutlu olacağını söyledi. Kızı ise tabii ki memnuniyetle giymekten çok mutlu olurum dedi ve hemen Selime teyzesini arayarak teşekkürlerini sundu ve haftaya olacak nişanı için de davet etti. Gelirseniz çok mutlu olurum bu güzel elbiseyi üzerimde görmenizi de isterim diyerekten mutlu bir şekilde telefonu kapattı Rüya.
        Bir hafta sonra Rüya’nın nişan günü geldi çattı. Çok uzak değildi nişan yeri. Selime incili kolyesi ve ufak topuklu ayakkabılarıyla hazırdı nişan için ve hemen yola çıktı. Taksiyle on dakikada nişan yerine vardı. Bir yandan da heyecanlıydı. Acaba o bordo elbiseyi üzerinde görünce ne hissedecekti. İçeride komşusu Ayten onu karşıladı. “ hoş geldin sefa geldin komşum” diyerek. Masaya kadar eşlik etti Selime’ye. Etkileyici bir müzikle müstakbel gelin ve damat adayı göründü. Selime Rüya’nın üzerinde bordo elbiseyi görünce çok duygulandı ve gözyaşları sel oldu aktı o anda…

                                                                     SARE ADIGÜZEL

11 Mart 2015 Çarşamba

Dede,babaanne ve torun üçlüsü

                                         DEDE, BABAANNE VE TORUN ÜÇLÜSÜ

       Üzerinde Selanik örgüsü yeleği, yaklaşık 15 yıldır kollarına yapışık gezdirdiği burma bilezikleri, bir gülen surat bir asık surat ifadesi ve dedemle yaklaşık 60 yılını iyi kötü beraber geçiren babaannem. Diğer taraftan ise, sert mizaçlı, biraz ağır işiten, bağırarak konuşan, huysuz diyebileceğimiz ve babaanneme kök söktüren dedem var karşımda.
        İlkokul çağlarımda en uğrak misafirleri bendim, babaanne kapıyı aç ben geldim diyerek kapıya hıncımı alacak şekilde vururdum. Oysa bu kadar hınçla vuracak ne varsa alt tarafı bir üst katımızda oturuyorlardı. Tez canlı babaannem benim geleceğimi önceden hissetmiş gibi hemen de kapıyı açardı. Biraz meraklıdır da kendileri, kim gelse bize sese kulak verir, balkondan gelene gidene bakar dururdu. Dedem de hiç sevmezdi ya bu huyunu ne yapsın oda böyle. Yaşlılar böyle işte… genede ben onlarla vakit geçirmekten gayet hoşnuttum. Her torun gibi seviliyordum, sevilirim de tabi en küçük torunları bendim yaş olarak nazımı çekerlerdi. Özellikle yazları hafta sonu beni yanlarına alırlardı beraber kaçamak yapardık. Silivri taraflarında git git bitmek bilmeyen bir yandan da paylaşılamayan yazlık vardı beraber oraya giderdik. Arabayla giderken sokağı, insanları, doğayı, rüzgârın ağaçları nasıl dalgalandırdığını ve çiçeklerin sallanışını seyrederek giderdim. Çocukluğumdan beridir severim vesselam bu huyumu. İstanbul’un güzelliğine bakmaya da doyamazdım bir yandan. O zamanlar avcılar istikametinden yazlığa giderdik. Yaklaşık 45 dakikamızı alırdı yol. Babaannem ve dedemin soruları eşliğinde ve kendi aralarında konuşmalarına kulak kabartarak yazlığa varırdık. Bekçi bahçeden topladığı erzaklarla bize hoş geldine gelirdi. Bahçeden mis kokulu meyve ve sebzelerden yemekler hazırlamaya koyulurduk. Dedem salata ve et konusunda uzmanım diye övünmekten kendini alamazdı. Bırak kızım salatayı ben yaparım der fırsat bile vermezdi yapmama. Hele ete aşıktı dedem etsiz yemek yemezdi. Yazlıkta da sürekli ızgara yerdik. Ağzının tadını da biliyor yani. Açık havada da o kadar güzel sarardı ki tadı damağımda kalırdı.
        E tabi etin üzerine de semaverde çay bir başka keyif verirdi bize. Çayı da severdim demli olacak ki tadı olsun. Yazlığın terasında ayaklarımızı da uzatarak çayımızı yudumlarken çevredeki akrabalarda çok lazımmış gibi hemen ararlardı dedemi. “ hacım yazlıktaysan çayını içmeye gelelim. İki de muhabbetin belini kırarız” diyerek bir bakardık ki 10 dakika sonra korna sesi hemen kapımızda bitmişler. İyi güzel de her seferinde gelmelerini de istemezdim, içimden bir hafta da gelmeyin yahu derdim. Gelen amca da yaklaşık 60-70 yaşları arasında vardı. O kadar çok konuşurdu ki ay bir anca önce gitse de kulaklarım beynim oksijen alsa derdim. Sürekli köyden ve eskilerden illa bir konu açacak ömrü uzun amca. Gülüp gülüp vakti geçirirlerdi. Bende bir yandan çay servisi yapardım küçüğüm ama becerikliydim bu işlerde biz Bayburtlular çay içmekten duramadığımız için alışkındım. Bir iki saat sonrası amca sohbetini bitirip gittikten sonra babaanneme etrafı toplamakta yardım ettikten sonra o yıllarda çok meşhur dizi olan rosalinda dizisini izlerdim içeriye geçip. Hafta sonu tekrarlarını verirlerdi o zamanlar modaydı izlemeyen yoktu o diziyi. Resmen her bölümünü ezbere bilirdim. Neyse ki bizim yaşlılar erken saatte uyurdu. Böylece istediğim gibi takılırdım bende. Tabi o zamanlar cep telefonu, internet nerede o yaşta kameralı telefonlar daha yeni çıkmıştı. Facebook, twitter gibi sosyal medya da daha ortalıkta yoktu. İlk telefonumu bile 13 yaşımdayken almışlardı. Doğum günü hediyemdi. Çok severek kullandım bir yandan da havasını atmaktan tan geçemezdim okulda arkadaşlarıma.
        Hey gidi günler, hey gidi ben. Şimdi düşünüyorum da küçükken neler yapmışım ya diyorum…
Ertesi sabah Pazar günü güneşin gözümü almasıyla anca uyanıverdim. Akşama doğru eve dönecektik. Eve nedense gitmek istemezdim. Rahat geliyordu bana burası. Dedem ve babaannem kafama göre insanlar olduğu için. Biraz da olsa etrafı dolaşırdım. Meyve ağaçlarına bakardım olan meyvelerden aç gözlüler gibi tişörtüme 10-15 tane elma, armut şeftali toplardım dalından kopartıp. En çok ta elma yemeyi severdim ağaçtan kopartıp şapur şupur elmayı ısırarak yememi görseniz iştahız açılır o derece. Kalan meyveleri de bir poşete koyup, gitmeye yakın sebze ve meyvelerden toplayıp evimize götürmek üzere arabanın bagajına yerleştirirdik. Son olarak ta, evi, elektriği, gazı kontrol edip bir şey unuttuk mu diye güzelce kontrol edip dedemin mercedesine binip son gaz avcılara esas mekânımıza doğru yol alırdık.

                                                                                                              SAREADIGÜZEL